Şöyle bir baktığımda, görüyorum ki, en son nişan tepsisiyle, iş güç arayışlarında kalmışım... Kısaca özetlemek gerekirse, son yazıdan bugünküne kadar geçen süre zarfında, Allah tamamına da erdirdi. Evet evlendik. Ve uygun bir işi de nasip etti. Geçinip gidiyoruz... Allah herkese nasip etsin... Mutluyuz... :)
Eveeet, üniversite yılları ve ilk işimden sonra (toplamda 8 senelik bir maceraya tekabül ediyor.) Ankara'yı geride bırakmış bulunuyorum. "Yeni yerin neresi?", derseniz vereceğim cevap "büyük lokma ye, büyük söz söyleme"yi aynel yakin derecesinde bildircek türden: Sakarya. Askerliğe geldiğim yer. " Pişman değilim... Ankara'nın gri tonlarından, kuru ayazından sonra, Sakarya fazlasıyla yeşil. Gerçi şehirdeki düzensizlikler, kuralsızlıklar, gariplikler ve sahip olduğu olanaklar Ankara'yı aratsa da; Sakarya'dan memnunum. Şimdiden söyleyeyim, ilerleyen zamanda olumlu olumsuz Sakarya'ya dair epey bir şey anlatabilirim.
Üniversite yıllarımdan bu yana hayatımın bir parçasıyken, artık internete eskisi kadar yüz vermiyorum. Çünkü artık hayatımda daha farklı renkler var. Ağzımın tadı değişti. Yaşamın tını kulağıma artık farklı geliyor. Son çıkan müzikleri güncel takip ederken, şimdilerde mp3'ü bile nadir dinliyorum. Yurt yıllarından beri çoğunlukla ekmek arasıyla geçirmeye alıştığım akşam yemeklerinde, artık kaşık kullanıyorum... Daha fazlasına sonra değinirim ama, ağız tadı bakımından bahsedebileceğim kısa bir anektodu sizinle paylaşabilirim: Sıcak Kek...
Evet, annelerimizin misafirleri için yaptığı, fazla lüks olmayan, bildiğiniz basit, ama benim için manidâr kekten bahsediyorum. Belki kuzine sobanın fırınından, belki eski bir davul fırından, belki de yeni moda bir ankastre fırından çıkmış olabilir....
Nasıl tarif etsem!.... Şimdi şöyle fırından yeni çıkmış, tepsi sıcacık. Kekin üstünde uçuşan buharı görüyor, etrafa yayılan enfes kokuyu algılayabiliyorsunuz. Yavaş yavaş evin aurası değişmeye başlamış; mutfaktan evin diğer odalarına kek kokuları yayılıyor.... Bir yandan da çay fokurduyor... Bir parça sıcak kekten alıyorsunuz, hemen üstüne bir yudum sıcak çaydan yudumluyorsunuz. Ve içinizi yediklerinizin lezzeti ve sıcaklığı kaplıyor... Efendim, madem anektoda kısa dedik, daha anlatmayayım... :).
Bahse varım ki, yukarıda tarif ettiğim gibi bir keki, dünyanın en iyi pastanesine bile gitseniz, bulamazsınız. Zaten masanıza gelinceye kadar ısısını kaybedip, olsa olsa "sıcakımsı" olacaktır.... Benim için, geçtiğimiz seneye kadar bu keki sadece annem yapabiliyordu, ve ancak memlekete gidebildiğim takdirde yiyebiliyordum. Ama artık eşimle beraber daha şanslıyım. :)...
Belki, "ne bu sıcak takıntısı, ne bu lâfu güzaf be birader!" demiş olabilirsiniz. Açıklayayım: Sıcaklık bahane, aslolan mahabbet...
Sanırım, benim bahsettiğim sıcaklık, termometreyle ölçülen türden zahiri değil... Bizimkisi, kalp hacmini doldurup taşan, sıcaklığını ve varlığını ancak kalbin bilebildiği türden bir sıcaklık. Kekteki de, yudumlanan çayda da varlığı bu bakımdan elbet... Evet tabi ya, kesin öyle. Yoksa neden bizim evdeki kekler ertesi gün bile halâ sıcak? Elcevap: İşte ondan...
"Aşk imiş her ne var âlemde / İlim bir kil u kal imiş ancak...".
Dinlemenizi Tavsiye ederim:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder